Metinler/Yazılar

Ergün Başar'ın Resimleri

Ressam Ergün Başar, bu sergisinde, kendisine mahsus bir "Figüratif Abstrakt" içeren resimlerini sergiliyor. Bu resimler, Başar'ın daha önceki resimlerinden çok farklı; sanki yeni bir "evre"nin habercileri. Başar, yıllar önce, Gökova yöresinin cefakâr balıkçılarına ait empresyonist resimler yapmıştı; ardından, kendisine has bir soyutlamayla, beyaz siluetler de içeren sadeleştirilmiş peyzajlar yarattı; şimdi de kısmi ya da tüm abstrakt şekiller görüntüleyen resimler yaratıyor. Bu şekillerde, o ilk balıkçı kadınların ve bebeklerinin abstrakt sanatla işlendiğini görüyoruz; öyle ki, sanki onlar aynı figürde bütünleşmişler ve ayrılmaları olası değil. Ayrıca, tamamen abstrakt ve enerji dolu bazı figürler de sanki yeni şekillere gebe.

Ergün Başar, yıllanmış bir sanatçının rahatlığı ve güveniyle gayet hızlı çalışıyor; çok çeşitli renklerde tonla (!) boya kullanıyor ve 2-3 metreye varan boyutlara yılmadan meydan okuyor. Bu yaklaşım, onun çeşitli konuları geniş ölçüde işleyebilmenin güçlüklerini aştığını gösteriyor.

Lebriz, yerli sanatçılarımızın seçiminde gayet kaliteli tercihler yapan, yıllarca bu tutumunu sürdürebilmiş, dünyaya açılmış, çok değerli bir sanat galerimizdir. Ergün Başar'ın resimlerinin Lebriz`de sergilenmesi de onların görülmeye ve sahip olunmaya lâyık olduklarının ayrıca bir ifadesidir.

Bu resimlerin aslını görmek isterseniz, Çekmeköy'deki Uygulamalı Güzel Sanatlar Merkezine gidiniz; uzaktaysanız, 
www.lebriz.com.tr  ve www.ergunbasar.com.tr " adresinden izleyiniz.
 
Sezer Aykan
Sanatlar Eleştirmeni, MAC, MVAM
30 Mart, 2010

 

25 Mayıs-12 Haziran 2007, AKM, İSTANBUL

AKM’inin sanat galerileri bölümünde sergilenen bu resimlerle tanışanların ilk tepkisi, bazı resimlerin boyutlarıyla ilgili; yaklaşık 5x2 metrelik resimler bunlar.  Sanatçının, bu büyük resimleri yaratabilmesi, onun, küçük boyutları aşabilecek yoğunluğa ve olgunluğa ulaşmış olan sanatsal coşkusu ve ustalığıyla mümkün: sanat yüksek lisansını içeren bir eğitim ve yaklaşık 35 yıllık gayet verimli bir sanatsal yaşam; üstelik, bu etkinlikler devam ediyor ve edecek.  Büyük boyutlu resimler, ilk bakışta peyzaj özellikleri göstermekle beraber, aslında, bunların figüratif olduklarını ileri sürmek mümkün; ama, postmodern felsefenin resim sanatına uygulanmasıyla yaratılmış olan bu figürlerin, birer “renkli silüet” olduklarının farkına varılıyor.  Silüetlerin renkli olmaları, onlara anlam ve canlılık vermekle kalmamış, resimlere de enerji ve derinlik vermiş.  Yani, perspektif ve gölgelemeyle yaratılabilen olağan derinlikler yerine, silüetlerin, tek düzlemli karakterine rağmen biribinin üzerine getirilmelerinin belirli kılınmasıyla, resim sanatına yeni bir uygulama ve ifade zenginliği katılmış oluyor.

Büyük boyutlu resimlerin figürleri dışındaki görüntüler, bu resimlerin fonları olabileceği gibi, bu eylemleri daha da geliştirilerek birer “ortam” haline getirilmişler.  Enerji, renk, ve stilize edilmiş şekillerden oluşan bu çekici ortamlara, yaklaşık bire-bir ölçekleri nedeniyle, izleyicilerin de girmeleri mümkün.  Ergün Başar, sanıyorum, bu dayanılmaz davete daha bu resimleri yaparken icabet etmiş, ve onları, sanki içlerinde dolaşırken resmetmiş; yani, bu resimleri, dışlarından olduğu kadar içlerinden de izlemek mümkün oluyor. 

Renk, biçim, ve enerji zenginliği, sağlam bir “alla prima” tekniğiyle ve ustalıkla işlenmiş, öyle ki, ilk bakışta akrilik boya kullanıldığı izlemine kapılmak mümkünse de, incelendiğinde, bunların yağlıboyayla resmedildiği farkediliyor.  Orta boyutlu peyzajların, ancak deneyimin mümkün kıldığı bir hızla icra edilmesi, “yaşamın dayanılmaz hafifliğine” gönderme yapıyor.  Alla primanın önde gelen zorlukları yenilmiş, ve ön plandaki renklerin bulanık hale gelmesi önlenmiş; ayrıca, bazı renkler bile bile bulanık hale getirilerek, bazı şekillerin, gölgelendirilme yoluyla, arka planlara itilmesi sağlanmış.  İnsan figürleri ve yapay figürler (örneğin: tekneler) dışındaki görüntülerin (örneğin: deniz, tepeler, ağaçlar) yer yer stilize edilmesiyle, sadece, bunların varlığına delalet ediliyor, ve böylelikle, izleyicinin dikkatinin figürler üzerinde yoğunlaşması sağlanıyor; yoksa, bu, baştansağma bir yaklaşım değil.

Sonuç olarak, postmodern felsefenin aşılamaya çalıştığı kuralsız sanat özgürlüğünü benimseyen Ergün Başar’ın, sıradışı sanatsal cesaret, coşku, ve becerisiyle, resim sanatının zenginleştiğine tanık oluyoruz: renkli silüetler ve bunlara bağlı tek düzlemli derinlikler.  Dada’ın, postmodern felsefeyle daha da özgür ve bezemli hale gelmesinin görüntüleri bunlar.  Ergün Başar’ın büyük boyutlu resimleri, Rönesans mürallerine ve coşkulu ressam Rubens`in kocaman resimlerine gönderme yapıyor; bunlara, “taşınır müraller (duvar resimleri)” de diyebiliriz.

Ergün Başar, çok verimli ve çalışkan bir sanatçımız.  Resim sanatına ilaveten seramik sanatıyla da ilgileniyor; İstanbul, Çekmeköy’deki atölyesinde sanat dersleri veriyor; sanatla ilgili yayınları da var.  Şimdiye kadar örneklerini vermiş olduğu “Gökova balıkçıları ve peyzajlarına” ilaveten, gelecekte, çeşitli konuları işleyeceğine ve önemli sanatsal yeniliklere açılacağına inanıyorum.

Sezer Aykan
MAC, MVAM

İş Bankası Sanat Galerisi
15 Kasım - 3 Aralık 2005


Ergün Başar`ın önde gelen özelliği, onun bir resim ustası ve sanat hayranı olmasıdır. İstanbul Mimar Sinan Güzel sanatlar Üniversitesi`nde , büyük ressamlarımızdan rahmetli Sabri Berkel`in yıllarca asistanlığını yapmış, ve bu arada, klasik resmin başarılı örneklerini vermiştir. O günlerden başlayarak günümüze (2006) kadar, yani 30 yılı bulan kesintisiz ve başarılı bir sanatçı yaşamı yaşamış, resim ve seramik dallarında birçok yapıta imza atmıştır.

Ergün Başar`ın işlemiş olduğu çeşitli konular arasında Gökova`nın doğal güzellikleri ve yerli balıkçıların yıpratıcı yaşamları öne çıkmaktadır. O, özellikle, kadın, çocuk, ve erkek balıkçıların günlük yaşamlarındaki beden hareketlerini, yüzlerindeki mutlu, sıkıntılı, ya da yorum bekleyen çeşitli ifadeleri tükenmeyen bir ilgiyle incelemiş, yüzlerce eskiz yapmış, ve bunları tuvallerine aktarmıştır; bu tutkulu etkinliğini hala sürdürmektedir.

Ergün Başar coşkulu bir ressamdır. Gökova`nın dağları tepeleri, düzlükleri bayırları, akarsuları ve denizi, devamlı bir titreşim içinde, onunla karşılıklı bir güzellik ve coşku alışverişi içindedirler. Gökova peyzajlarında her rengi ve dinamizmi bulmanız, görmeniz, ya da sezmeniz mümkündür. Bu peyzajlarda yerle gök birbirini kışkırtır, bulutlar yığılır ya da savrulur, akarsular döner dolaşır, ve dalgalar hevesle kıyılara atılır.

Ergün Başar, resimlerinde boyayı esirgemez. Birçok tablonun, gayet rahat bir “allaprima” tekniğiyle, deneyimin sağladığı sıra ötesi bir hızla, ve çarpıcı olmakla beraber uyumlu bir renk senteziyle oluşturulduğunu görürsünüz. Bunlar büyük boyutlu resimlerdir; aralarında 4 – 5 metreyi bulanları vardır. Bu bakımdan, Ergün Başar`ın İstanbul, Çekmeköy semtindeki atölyesi görülmeye değer; orada kaldıraçlar ve hatta hafif vinçlerle bu tablolar evrilir çevrilir, taşınır, ve yerleştirilir.

Ergün Başar`ın diğer önemli bir boyutuda Türk resim sanatına sadece ressamlıkla değil aynı zamanda bir “sanat aktivisti” olarak da yapmakta olduğu katkılardır. Bugünlerde, kendi sanat galerisini hayata geçirmekle meşkuldür. Bu galeride,henüz sesini duyuramamış hakiki sanat potansiyeline sahip ressamlara destek vereceğinden heyecanla bahsetmektedir. Dediğim gibi, sanatla dolu, coşkulu bir ressam, ve çok yönlü bir insandır Ergün Başar; dilerim, yolu hep açık olsun.

Sezer Aykan
Sanatlar Eleştirmeni,
MAC Görsel Sanatlar Yöneticisi, MV

 

ERGÜN BAŞAR
Resim Sergisi
AKM
7-21 Ocak 2003

Başar'ın bu sergisinde, doğanın zenginliğiyle o doğa içinde yaşam savaşı veren balıkçıların yoksulluğu yoğun bir tezatla anlatılmış. Başar, bu resimlerini, Gökova civarındaki atölyesinde yaratmış. O yörenin ünlü doğal güzelliklerini yerinde görmemiş olanlar, bu resimlerle hasret giderebilirler. Başar'ın peyzajları, ilk defa doğuyormuşçasına taze bir güneşin hevesle serptiği ışıklarında yıkanan coşkulu renklerle ve şekillerle bezemli. Kadınlı erkekli balıkçılarsa sanki "Bizler soyulduk, yoksul kaldık--- (Başar'ın sözleri)", dermişcesine durgun, düşünceli, ve tasalı.

Salonun kuzey duvarında sergilenen 3-panelli (triptych) resim postmodern bir yenilik içeriyor: ressamın güçlü bir kırmızıyla resmin ortasına kaydettiği adı ve resmin bitirildiği tarih öne çıkıyor, ve "önce biz!" dermişcesine bakanın gözünü alıyor. Resmin bir başka özelliği de genelde arkada ve ikinci planda kalması gereken bulutların, gerek azametli boyutları ve gerekse güçlü enerjileriyle ön plana taşması. "Evet," diyor Başar, "önce ben geliyorum, sonra bulutlarım; onları büyük bir coşkuyla yaratıyorum, ve onlara, sayısız fırça darbeleriyle hiç bitmeyecek enerji yüklüyorum." Başar'ın kendisi daha da coşkulu; bulutlarını kucaklarcasına kollarını açıyor, ve gözümün içine sanatının özel hevesiyle bakıyor, "siz," diyor, "böyle canlı ve bezemli bulutlar yaratabilen başka bir ressam tanıyor musunuz!?" Belleğimi yeterince yokluyorum, ve "bildiğim kadarıyla, hayır," diyorum.

Başar, geçmişteki ve günümüzdeki büyük ressamların önemli bir özelliğini benimsemiş: bir ressam aynı zamanda yetenekli bir düşünürdür, ve yarattıklarının dökümünü verebilir. Nitekim, peyzajlarının ve diğer bazı resimlerinin karakalemle ve ustalıkla tamamlanmış ön çalışmaları sergilenmiş. Bu yaklaşım, renkli resimlerin dengesinin ışıklandırılmasının, enerji yükleminin, ve derinliğinin hesabını veriyor, ve onların başarısında önemli rol oynuyor. Bu resimlere bakarken Mondrian'ı, Van Gogh'u, LeRoy Neiman'ı, ve Gericault'u anımsıyorum; ama, Ergün Başar onların taklitçisi değil.

Başar'ın önemli özelliklerinden biri de kendisini ciddi olarak resim sanatına adamış olması; yaşadığı yerdeki (Gökova) atölyesinde devamlı resim yapıyor, ve o yörenin gerek doğal ve gerekse sosyal özelliklerini sanatının süzgecinden geçirerek bizlere sunuyor, ve sanat tarihimize kaydediyor.

Karakalem çalışmaları dışındaki resimlerin hemen hemen hepsi büyük boyutlu. Bu özellik, resme doymayan ve büyük alanları doldurmaktan yılmayan ressamların önde gelen bir özelliği. Başar'ın tekniği gelişmiş olduğundan, resimlerini kısa zamanda bitirebiliyor. Çok katlı boyamaya gerek duymadığı halde, resimlerde "bitmemiş" durumu yok; bu da ustalık gerektiriyor.

Başar, sergisini gezenlerle bizzat meşgul oluyor; resimlerinin sosyal ve doğayla ilgili içeriğinden bahsediyor; onların sanatsal hesabını veriyor. ilerlemiş bir sanatçının iç dünyasından gelen bu sesleri dinlemek sergi ziyaretçileri için bir nimet.

Resimlerin sanatsal değerleri, fiyat listesinde kaydedilenlerin daha üstünde. Bu resimler Londra, Paris, ve New York'un önde gelen galerilerinde yerini alabilir, ve piyasa değerlerini de arttırabilir. Bir memlekette resim sanatının kalitesinin korunması için, gözde ressamlarımızın, bizim önde gelen resim koleksiyoncularımız, galerilerimiz, ve iş adamlarımızca benimsenmesi gerekiyor.

Sezer Aykan
MAC, MVAM (Sanatlar Eleştirmeni; Görsel Sanatlar İşletmecisi),

Ergün Başar
Taksim Sanat Galerisi
2001

Doğa kuşatır çevreler içine alır.Doğaya yaklaşmak, onun yanında olmak başka bir gerçektir. Şehirleşmenin getirdiği olumsuzlukları ancak doğanın yoğun olduğu yerlerde yok edebiliriz. Söz konusu olumsuzluklardan sanatında nasibini alacağını söylersek, şehirden, doğa yoğunluklu yerlere kaçar gibi giden kimselerin, son derece haklı olduğunu da ifade edebiliriz. İşte böylesi kimliklerden biri de Ergün Başar İstanbul`da yaşadıktan sonra Muğla Akyaka`da doğanın içine yerleşerek resimlerini yapmakta. Resim tarihine bakıldığında bilhassa, Alman Dışavurumcuları`nın doğaya, özellikli bir bakışla yaklaştıklarını söyleyebiliriz. Bu bakış ilk doğaya açılmanın gerçekleştiği Barbizon tavrından da çok farklıdır. Almanlar doğayı kirleten şehirlerden kurulup, ruhu en yalın haliyle değerlendirebilmenin bir yolu olarak görmüşlerdi. Ergün Başar`da net ve temiz bir resim yapabilmenin, ancak ve ancak doğayla ruh ve beden bağlamında enteresan ilişkiler kurmakta. Ergün Başar`ın resimlerine baktığımızda gördüğümüz; desenlerden, tüm boya çalışmalarına kadar manzaralar, hatta aynı yerden farklı ruh haliyle elde edilmiş peyzajlar, balıkçılar, bizzat onlarla yaşayarak gerçekleştirdiği her vaziyette balıkçı portreleri, balıkçı barınakları, at desenleridir. Bu çalışmaları ilk görenler şunu söyleyeceklerdir; bunların hepsi hep bilinen, baş vurulmuş yaklaşımlar değil midir? İşte asıl önemli olan böyle bir sorunun cevabıdır. Bu soruyu sorup da, yanı sıra ressamın biçimlerini ve mizacını hafiften de olsa büyüteç altına yatırdığımızda verebileceğimiz cevaplar değerlidir. Bir kere küpten çıkmışlık boyutunda çiğ renkleri ilk kez Ergün Başar kullanmıştır. Sürüş biçiminde başta Van Gogh olmak üzere bir dışavurumcu ressamları andırabilmektedir. Fakat ben dışavurumculuğun samimi olduğunu düşünmekteyim. Çünkü bir parmak izi misali, samimi dışavurumcular birbirinden bir noktadan sonra ayrılır. Buradan itibaren, ressamımızın kendine özgü yanlarının neler olabileceği üzerine düşünebiliriz; resimlerdeki en ilginç plastik noktalar, değişik sürüşlerin olduğu, neredeyse dokuya dönüşmekte olan alanların yanyanalığı sırasında oluşmakta. Dikkatli bir görme bunun ressama ait, tekilde olsa güzel bir katkı olduğunu fark edecek ve savunacaktır. İfade etmeye çalıştığım, bir anlamda görünenin anlaşıldığı bir resimde farklı dokuların devreye girmesinden ötürü, soyut düşüncenin ilgili ressamla kurduğu ilişkinin gözler önüne serilmesidir. Bireylerin bir toplumda doyurulamayan özellikleri, dahası toplumun bireye yetmediği zamanlarda, ilgili bireyler araç olarak neyi kullanırsa kullansınlar, dışa vurma ihtiyacını duyacaklardır. Ergün Başar`da böyle bir kimliktir. Bu özelliğini resimlerinde doğaçlamacı yanı ile ortaya çıkmaktadır. Söz konusu doğaçlama durum, gelişine taramayı andıran sürüşlerde, - daha da doğru bir söyleyişle – yukarda da bahsetmeye çalıştığım soyut tanımların yani ressamı, başka ressamlardan farklı kılan yanın oluşmasında kendini gösterir. Renklerin seçilişinde ve yan yana getirilişinde ressamın ruh hali çok ön plandadır. Ergün Başar, bir yanıyla da renkçi bir ressamdır. O halde, başlı başına doğadaki o renk değişimlerine tıpkı minyatür resimdeki gibi soyuta, ruhsallığı kullanarak yönelir ki, sanırım böylece söz konusu yaklaşım içinde ressamın bir başka değerli yanı daha ortaya çıkarılmış olmaktadır. Tam bu anda aklıma Kandinsky`nin şu sözleri geldi: “Renkler ruhu dolaysızca etkilemeye yarayan araçlardır. Renk bir tuştur , göz de çekiç. Ruh ise bir çok teli olan piyano. Öyleyse ressamda şu, yada bu tuşa basarak ruhunu amacına uygun biçimde titreşime geçirendir.” (5.Kandinsky, Sanatta Zihinsellik Üstüne, İstanbul, 1993, Çev.T.Turan, s.52) Kandinsky`nin bu sözleri, Ergün Başar`ın resmine yaklaşmamızı, her şeyden önemlisi söz konusu resmi tarafsız değerlendirmemiz için gereklidir. Resimlerinde yapısalcı tutum biçimleri, dışavurumcu tutumun ise renkleri oluşturduğu da ayrıca söylenebilir. Sağlam bir figüratif örgü, sanırım gören herkesin dikkatini çekmektedir. Figürlerdeki abartılı vücutlar az da olsa, gerçekteki görüntülerini değiştirerek bir yapı değişimine gitmişlerdir. Bu yapı, renk, rengin yüzeydeki sürüş enerjisine ve sürüşün yarattığı olumlu veya olumsuz gerilime dönüştüğünde –ki bu durum her görene göre değişen – etkisini bizzat ortaya koymaktadır. Dikkatle bakıldığında görülen bir başka özellik de, sürüşlerin sık sık yüzeyde ani manevralar yaparak yönlerini değiştirmesidir. Böyle bir hareketlilik en temelde ressam ruhsallığına indirgenmiş, köklerini insan psikolojisinde bulunan bir yanı gündeme getirir. Bu “doğada” olmakla bir devamlılık sergileyebilecektir.

Özkan Eroğlu